Kendi filminizi yapmak bu duygunun bir sonucu mu?
- Şu sıralar başkasının filminde oynamak istiyorum.O dönemde olduguma inanıyorum.Filmlerini çeken adam olmamam şu anda.Bu bir bilgi,görgü,tecrübe işidir; öyle yaptım oldu ,diyerek olmuyor.Bu benim çektigim fotograf diye övünebilecegim çok fotografım yok mesela.

Komedi filmlerinde oynamamayı özellikle mi tercih ediyorsunuz?
- Evet. O konuda başarılı da olduguma inanıyorum.Hatta Agır Roman'dan sonra Haldun Dormen bana bir faks yolladı.Diyordu ki"Ben senin televizyondaki durumuna bakarak bu filmde inandırıcı olmayacagını,insanların salonda sana gülecegini düşündüm;ama beni yanılttın,çok başarılısın".Çok mutlu olmuştum.Gece Kuşu'ndan sonra ilk oynadıgım rol İtanbul Kanatlarımın Altında'daki Lagari ,esprili bir karakterdi.Durumu komikti.Daha sonra Agır Roman dramatik bir roldü.Ondan sonra gelenler de öyle.Ben komedi filmlerinde oynamak istemiyorum.Yani böyle özel bir merakım ,istegim ,Allahım şöyle bir rol gelse dedigim yok.Ben ciddi ciddi bir oyuncuyum.Bunu böbürlenmek için söylemiyorum.Komedi tabii ki çok zor bir şey;ama Türkiye'deki komedyenler komedinin zor oldugunu o kadar çok anlattılar ki.Evet,biliyoruz komedinin ciddi bir iş oldugunu,ama dram da ciddi bir iştir yani.

Ciddiye alınmama korkusu mu var komedyenler de? 
Tabii bir komik adam olma sendromu var herkeste.Önce sürekli komik olmaya çalış,sonra da "Beni niye ciddiye almıyorsunuz?" de.E,sen o kadar çok bizi güldürmeye çalışıyorsun ki,biz inanamıyoruz artık.

1996'da A La Luna programında Gülriz Sururi size " Seni sinemada jön prömiyer olarak görmek istiyorum" demiş.Ki o dönemde İstanbul Kanatlarımın Altında'da oynamışsınız sadece.
- Allah Allah.Güzel.Tabii bu işler kolay degil,çok film çekilmesi lazım.Şimdi ben 40 yaşına dayandım.Mesela Hababam Sınıfı'nda oynamamı istediler,güzel de bir kadro kurmuşlar.Dedim ki,şimdi ben burada ögrenci oynayamam,ama okuldaki bir hocayı ya da hademeyi de oynayamam.Çünkü "too old to rock'n roll,too young to die"Arada kaldım yaş olarak,güzel birşey degil.Ama ben hakikaten jön prömiyer gibi,ya da bir filmin başrol oyuncusu gibi,filmi başından sonuna alıp götürecek bir adamım.En azından bunu kanıtladım.Bir başrolde etkili olacagini düşünürsün,ama filme göre hafif kalır.Oyunculuk biraz zekice düşünülmesi ve kavranması gereken bir şey.Akıl fikir çok lazım oyunculara.Sanki öyle degilmiş gibi geliyor ama;senden ne istendigini anlaman ve "unutulmaz kompozisyonlar" ortaya çıkarabilmek için de çok hızlı düşünüp çok hızlı yapman gerek.

İçgüdüsel bir şeyin ötesinde yani.
Tabii tabii.Sadece sezgisel,içgüdüsel gibi şeyler yoktur.Ben o bakımdanZeliha Berksoy'a çok inanırım.Hala o yolun yolcusuyum.Bu bir Bertold Brecht ekolünü takip etmek anlamında degil;ben Brecht'e degil,hoca olarak Zeliha Berksoy'a inanıyorum.Bütün sanatlar ve tabii ki sahne sanatları,gerçegin tekrar yaratılmasıdır ve bunu yapanlarda akıl fikir olması lazım.Bu sadece gerçek taklit edilerek yapılacak bir şey degil..Tiyatro sinemaya göre yüksek bir sanattır.Herhangi bir insan sinema seyircisi olabilir,ama tiyatro seyircisi olamaz.Bunun için de bir kültür gerekir.Herkes tiyatro oyuncusu da olamaz.Bu kadar bagırıp çagırıyorlar,filan manken dizide oynuyor,filmde oynuyor diye.Sinema için bu normaldir;ama tiyatro için bu tartışılmaz zaten.

Işıl Kasapoglu'da diyor ki,"Kimse bize tiyatro yapın,demiiyor.Biz istedigimiz için yapıyoruz ve öyle davranmalıyız".
- Evet,tiyatrocular kendileri istedikleri için yapıyor.Nedir yani,tiyatro sinema gibi Matrix problemlerini mi çözmeye çalışıyor?Hayır.Birtakım insanlar bir alanda makyaj yapıyorlar,birtakım elbiseler giyiyorlar ve biz bu olduk diyorlar.Bu artık 2000'li yıllarda olacak bir iş midir aslında?Bunun göz boyayıcılıgı olabilir mi?Böyle bir illüzyon mu var?

Attila İlhanvari bir eleştiri mi bu?
- Attila İlhan'ın söyledigi şeyleri biliyorum,ama kahretmeye gerek yok bu konuda.Tiyatro;bale gibi,müzik gibi yüksek sanatların arasında yerini almış,bütün dünyada seyircisi var.Bugünün bakışıyla tiyatro nedir?Yani siz bir baleye gittiginizde Kugu Gölü'nün sonunda ne oldugunu mu merak ediyorsunuz?Ya da bir sıraya dizilmiş, dans eden kızlara bakıp onları kugu mu sanıyorsunuz?Bir oyuncu Hamlet oldugu zaman bulundugu yerin Danimarka krallıgı mı oldugunu düşünüyorsunuz?Böyle bir illüzyon mu var?Hayır.Peter Brook'un söyledigi gibi,mesela Shakespeare seyrederken o mısraları oyuncuyla beraber içimizden takip ettigimiz için zevk alıyoruz.Bu Hamlet'in sonunu biliyoruz zaten;ama Matrix'in sonunu merak ediyoruz.Tiyatroda seyircinin mutlulugu o sırada karsısında seyrettigi Keanu Reeves'in bir kopya olmamasıdır.

Siz tiyatroya inanıyorsunuz yani.
- İnanıyorum.Matrix filmi tiyatroda da tartışılabilir.Ama öyle kung fu efektleriyle filan olmaz.Tiyatro,olayı insanların agzından bir edebiyat konusu olarak,felsefi bir problem olarak tartışır.İnsanlar bır bır bır konuşur,seyirci de bu konuşulanları gayet iyi anlar.Sinemada Matrix filminin başrolleri bir masanın etrafında toplansalar ve Matrix problemini konuşsalar,biz o filmi seyretmeyiz.Entellektüel olmayan adam tiyatroya gitmez.Gider de ,kenar köşe bulvar tiyatrosuna gider.Oysa tiyatronun şu anda televizyon yüzlerini kullanması,televizyon gibi promosyon yapması,çıplaklıga prim vermesi çok yanlış.Türkiye'de tiyatro kendi kuyusunu kazıyor bu şekilde.

Ama sizin oyununuzda da sizin medyatik kimliginizin bir yeri var."Okan Bayülgen'in yönettigi bir oyun" o.
- Çünkü Nedim Saban benim bütün itirazlarıma ragmen ismimi deve gibi yazmakta ısrar etti.Ama bir afiş tasarımı var fotografını benim çektigim,orada benim ismimle oyundaki en küçük rolün ismi aynı yazılır.Yani dekoru yapan adamla benim ismim arasında bir büyüklük küçüklük farkı yok.Öyle de olmalıdır zaten.